27 Şubat 2013 Çarşamba

Kitap Çekilişi Sonuçları





Bugün Saat 00:00 itibariyle çekilişimiz sona ermiştir. 
Çekilişe katılan her katılımcının kazandıkları katılım hakkı kadar isimlerini yazdım. 
Çekilişe katılma şartlarını yerine getirmeyen kişilerin isimlerini listeye eklemedim.
Çekilişi random.org sitesinden yaptım. 




Çekilişi Arzu Quluzade isimli katılımcımız kazanmıştır. 
Keyifli okumalar dilerim Arzu. Tekrar beklerim. 
Katılan herkese çok teşekkür ederim.
İyi okumalar...

Sevgiler... 






23 Şubat 2013 Cumartesi

Kitaplarım Geldi


 

  Halenin Haresi (Tık Tık) adlı blog sahibinin yaptığı çekilişte kazandığım kitaplarım geldi.
Heyecanlı ve meraklıyım. Bugün kitaplardan bir tanesini okumaya başlayacağım. Bittiğinde yorumlarımı sizlerle paylaşırım tıpkı şuan ki mutluluğumu paylaştığım gibi.
Sevgiler... Bol okumalar...

21 Şubat 2013 Perşembe

Dünyanın En Güçlü Hayvanı





*Genellikle hamam böceğinin bir nükleer patlamaya dayanabileceği söylenir. Ama ondan daha dayanıklı bir canlı daha var ve muhtemelen ismini daha önce hiç duymadınız. Su ayıları olarak bilinen Tardigrades, dünyanın en dayanıklı canlısıdır.
* “Su ayısı” olarak da tanınan bir milimetre boyutundaki mikroskopik canlı türü tardigradlar, gezegenin en güçlü hayvanıdır.
* İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre mikroskop altında bakıldığında cüssesi bir ayıya benzeyen tardigradlar, nükleer patlamaya bile dayandığını bildiğimiz hamamböceklerinden daha güçlü ve dayanıklıdırlar.
* Radyasyona dayanabilen su ayıları, -457 derece soğukta, 357 derece sıcakta yaşayabilirler.
* 200 yıl kadar ömrü olduğu tahmin edilen su ayıları, Nasa’nın Endeavour mekiği ile uzay yolculuğuna çıkıp burada sağ kalmayı da başarmıştırlar.
*900'den fazla türü vardır. Derin okyanuslardan en yüksek dağlara kadar dünyanın her yerinde yaşayabilirler.
*Tropik ve soğuk kutup sularında, bitki ve hayvan hücreleri ile beslenirler.



Kaynak: Samanyolu Haber ve Hürriyet Gazetesi



20 Şubat 2013 Çarşamba

Düşün (emiyorum)

Tartışmalara yol açacak bir yazı olacak ama; çok hoşuma gitti ve paylaşmak istedim.
Alıntıdır. İyi okumalar...




son 300 yılda
milletimize yüklenen düşünce biçimi
REAKSİYONELdir...

fikirsel altyapısına bakmaya izin vermeyen ...
düşünmeyi gerektirmeyecek...
sormayı ve
sorgulamayı yokeden bir yöntem bu ...TEPKİSEL düşünce biçimi...daha doğrusu DÜŞÜNMEMe BİÇİMİ ..

modelleyecek olursak :

*****************
Yani karşındaki A derse ...sen Z tepkisi koymalısın
karşındaki x giymişse sen D düşünce biçimiyle tepki koymalısın ...çünkü o şucudur..
****************
karşısındakinin söylediğine değil
kullandığı dilin ait olduğu fikirsel temele saldır...

fikirlere değil
görünüşe bak...

--------------------
taraflar oluşturulmuş...
kamplar mevcut...
ve bu kampların amblemleri ...kullandıkları dil ortak...
karşıt dil de var...

her kampın bir karşıtı
her mezhebin bir zıttı
olumsuzlayanı mevcut...

örnek :
-----------
kemalist isen ezbere maddeler bilmelisin...
alkol = özgürlüktür dokundurtmamalısın ...
laiklik = cumhuriyettir..laiklik olmazsa cumhuriyet olmaz
eşcinsellik = haktır modernliğin gerekliliğidir ...

aşılamayan KORKU KODLARI :
----------------------------
dininden dolayı başını kapatan gericidir
başını kapatmayan bayan kültürlü olmasa da moderndir (!)
din özgürlüğü diye şeriyatı getirecekler
camilerin sayısı okullardan fazla öyleyse geri kalmış bir ülkeyiz
okuma düşük o sebeple seçimler sağlıklı değil (!)


İKİ YÜZLÜ FİKİRSEL açmazlar
------------------------------------
demokrasi için bilgili halklar gerekir
bilgisiz halklara DEMOKRASİ değil OLİGARŞİ mübahtır (!)
egemenlik kayıtsız şartsız milletindir sözü sadece bir aldatmacadır..
dinlere ve inançlara karşı değilim , dedem hacıdır ..babam hoca...ben ateistim ...annem de başını anadolu tarzı bağlardı ama dini kullanmazdı....

dini kullanıyorlar...
laiklik kullanılabilir
din kullanılmaz...
laiklik tartışılmaz tartışılması teklif dahi edilemez bir tabudur...

demokrasilerde tabulara yer yoktur...
kimin dini inanışına karşı çıkılıyor ki ?

kiliseler neden bu kadar arttı ?
her köşe başına cami mi olurmuş ?
taksime cami yapılacak ...

aslında dindar değiller
aslında çok dindarlar
aslında aşırı dinciler takiye yapıyorlar
aslında cumhuriyetçi değiller
aslında türk değiller
aslında amerikan ajanı bunlar
irandan şeriyat getirecekler
eksenimiz kaydı

sıfır sorun olamaz...
sıfır sorun çöktü...
komşularımızla düşman olduk...
Türkiyenin dört tarafı düşmanlarla sarılı...

Türkün türkten başka dostu yok...
azarbeycan kıbrıs türk kesimini tanıdı mı ?
azarbeycan israil ile stratejik anlaşmalar imzaladı ulusalcılar gördü mü..

ulusalcılar ulusal markalarına neden karşı...
thy ulusal değil mi
hızlı tren ulusal değil mi
göktürk uydusu ulusal değil mi...
Atak helikopteri ulusal değil mi ?
Milgem ulusal değil mi
altay tankı ulusal değil mi
Mehmetçif tüfeği ulusal değil mi ?

ulusal nedir ?
ulus nedir ?
ulusal olmanın kaideleri ayrılıkçıbaşına karanfil verip kampını ziyaret etmek mi ?

19 Şubat 2013 Salı

Parlayan Yıldızım: Beta Balığı

(Balığımın yarısı mavi yarısı siyah renkte. Telefonla resmini çekerken makinenin flashından mavi renkli olan kısımları parladı. Çok havalı! B-) )
 

  Bugün çarşıda bir kaç işim vardı. Onlar için Isparta'nın güzel mütevazi sokaklarında dolaştım. Bir iş hanına ingilizce kitap  almak için girdim. İş hanının en alt kattında boylu boyunca uzanan bir Evcil Hayvan Dükkanı dikkatimi çekti. İçerisi rengarenkti. Cıvıl cıvıl kış seslerine diğer evcil hayvanların sesleri eşlik ediyordu. Şöyle bir bakayım neler varmış derken içlerinden birine ilk görüşte aşık oldum.

  Normalde evcil hayvan beslenmesine karşıyımdır. Çünkü her zaman hayvanların özgür bırakılmasından yana olmuşumdur. Bir kuşu kafesine kapatıp ona "Cici Kuş" demeyi öğretmek bize zevk verebilir fakat bu yapılan   her zaman onlara işkence çektirmek olmuştur. Nedense şu ufak balıkçıkları görünce aynı şeyi düşünemez oldum. "Balık dediğin özgürlüğü ne bilsin. Beş saniye sonra unutur" diye bencilce cümleler kurdum. Aklım beynimden uçtu ve bir tanesini kapıverdim. Sanırım biraz da yalnızlığımı gidermek istedim. Merak etmeyin! Onun nasıl ortamlarda yaşadığını öğrenip kısa zaman sonra özgürlüğüne kavuşturacağım, onu salıvereceğim. Ama şimdi o benim yeni oda arkadaşım.

  O bir Beta Balığı. İsmini henüz düşünmedim. İsim öneriniz varsa lütfen söyleyin.
  Sevgiler...

16 Şubat 2013 Cumartesi

Yanlış Öykünün Kahramanları




   “Koşturarak geldi girdi kapıdan. Yağmuru yüzüne vuran rüzgar epey üşütmüştü onu.  Titreyen ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalıştı. Yeterli değildi. Titreyerek merdivenleri çıktı. Odasına girer girmez çantasını yatağına fırlatıp o çok sevdiği pembe pijamalarını giydi. Bir de sabahtan kaloriferin üzerine koyduğu çoraplarını ayacıklarına geçirdi. Artık geriye tek bir hamle kalmıştı, yatağına geçip balık desenli yorganına sarılacaktı. Hopladı ve bir hamlede yatağın içine daldı. Önce nefes alıp vermesi hafifledi, sonra gözlerini yavaşça kapattı. Uyumak üzereydi. Derken biraz durgunlaştı.  Yüzünden düşen iki damla yaş burnundan yastığa damladı. Bir damla iki damla gerisi gelecekti biliyordu. Yan odadaki  kızın içeriye girmesiyle bölündü hüznü ve doğruldu. Ağlayamamıştı da içindekileri de dökemedi. Ah! Be ne karmaşık bir duyguydu. Yutkunamıyor ama nefes de alamıyordu. Gözleri dalıp dalıp gidiyor, üzerine derin bir sessizlik çökmüştü; ama içinde büyük bir  haykırış taşıyordu. Ciğerlerine oturttuğu kocaman yumrukla doğruldu ve müziği başlattı. Müzik içinden akıp gitti. Gözleri tekrar daldı. “

   Bir insanın yapabileceği en büyük hata yanlış öykülere kendisini kahraman yapmasıdır.  Bu durum öyle vahimdir ki; öykünün içindeki kimse doğruyu yanlışı göremez. Ancak ve ancak dışındakiler anlayabilir. Onlar da nasıl önleyebilirler ki hatayı! Dışındadırlar çünkü. Kenardan  bakanlardır onlar. Ne acıyı çekecek asıl kişiler ne de mutluluğu tadacak asıl kahramanlardır onlar.  Oysa öyküdekiler…  Onlar treni kaçıran yolcular gibidirler.  Biletleri de vardır, koşarlar, koşarlar… Ama treni kaçırırlar. Bu duyguyu hayatlarının sonuna kadar yaşarlar.



   Sizlere pişmanlıkları ve yanlış seçimleri anlattım. Yazımın cümleleri karmaşık gelebilir; ama bu duyguları yaşayanlar beni elbet anlayacaklardır. Pişmanlıklarımız olmasa elbette ki bu deneyimleri yaşayamazdık; size tavsiyem geçmişinizdeki pişmanlıklarınız için kendinize kızmayı bırakın. Yanlış öykünün kahramanı olmanın hayalini kurmak kadar acı veren bir duygu yoktu. Yitip giden umutlarınızı çöpe atın ve doğru hayaller kurun. Doğru hikayelere kahraman olun, doğru insanlarla mutlu olun ve kendi değerinizi sonuna kadar hissedin. Böyle emir cümleleri kurmam umarım saygısızlık olmamıştır. Fakat kendi acılarımdan ve deneyimlerimden yola çıkarak söylüyorum: Yanlış limanlar kadar acı veren deniz kıyısı yoktur. Oysa ki; deniz kıyıları insanlara huzur vermek için vardır.

   Beni okuduğunuz için teşekkürler.
   Sevgiler… :)


15 Şubat 2013 Cuma

Günün Sözleri

Bu sabah internette söyle bir gezinirken harika sözler buldum. Klasikleşmiş facebook sözleri gibi görünebilirler; fakat derin anlamlar içeriyorlar. İçlerinden beni en çok etkileyenlerini seçtim.
Buyrun!
Cümleten iyi sabahlar... :)












14 Şubat 2013 Perşembe

Veer-Zaara



Saat yedi buçuktan beri film izliyorum ve üç buçuk saat süren film seyrinden sonra nihayet yorumlarımı  sizlerle paylaşabileceğım. Buyurun romantizm severler yorumlarım sizinle...

  Hint ve Kore filmleri benim en sevdiğim filmlerdir.  Çünkü bu filmlerde hep aşkın ve insanların masumiyeti konu alınır. Bu filmlerde, tırnağına dokunmadan birbirlerini deliler gibi sevmeyi başaran insanlar vardır. Sabır, emek, sadakat ve aşkın gücü vardır.Ve en önemlisi: Kadına Saygı vardır. Onu sahiplenmek, sahiplenirken de asla ona bir eşya gibi davranmamak vardır. Onu sevmekten öte yalnızca mutluluğunu istemek vardır. Onun sevgisini ya da öpücüğünü değil. Hiç bir şey beklemeden sevdiği için fedakarlık yapmak vardır. Deliler gibi sevmek vardır. Onun tırnağına dokunmak şöyle dursun ona bakmaya bile kıyamamak vardır. Bu filmlerde gerçek aşk vardır. Bir çoğumuzun yolunu gözlediği o aşk.



Hint filmlerini o kadar çok seyrettim ki az daha bugün seyredecek bir film bulamıyordum. ki; imdadıma Veer-Zaara yetişti. İzledikten sonra "Şimdiye kadar nasıl oldu da keşfedemedim" dedim. Harika bir film.

 Filmde 22 yıl süren aşkın, onurun, doğruluğun ve cesaretin savaşı anlatılıyor. Bitince de, "İşte tam filmlere konu olacak bir aşk! " diyorsunuz. Tadı damağınızdan gitmeyecek bir aşk filmi: Veer-Zaara...



Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; düğünlerine ve kıyafetlerine bayılıyorum. Şu ihtişama ve güzelliğe bir bakar mısınız!

İyi seyirler...

Hayal Kurmak Sorunları Çözüyor





   Hayal kurmanın sanıldığı gibi vakit kaybı olmadığı ortaya çıktı. Kanadalı bilim insanlarının yaptığı araştırmalara göre hayal kurmak beynin birçok bölümünün işlevini artırıyor ve bu sayede karmaşık sorunların çözülmesini sağlayabiliyor. AA Vancouver- Hayal kurmak beyni harekete geçirerek karmaşık sorunların çözülmesini sağlayabiliyor. Kanada'daki bilim adamlarının yaptığı araştırma hayal kurmanın beynin birçok bölümünün işlevini artırdığını ortaya koydu. Ancak araştırmanın en ilginç yanı bir kişi düşüncelere daldığında beynin karmaşık sorunların çözülmesini sağlayan bölümlerinin işlevinin yoğun şekilde arttığını göstermesi. Bugüne dek bu bölümlerin karmaşık sorunlar karşısında yavaşladığı sanılıyordu. Araştırmaya imza atanlardan Profesör Kalina Christoff hayal kurarken bir işe olduğu kadar yoğunlaşılmasa da beynin birçok merkezine başvurulduğunu belirtti. Christoff araştırmanın birçok kişiyi algılarını gözden geçirmeye itebileceğini ifade ederek insanların fikir almaya alışkın olduğunu ve hayal kurmanın iyi bir şey olmadığını sandığını ancak durumun bunun tam tersi olduğunu vurguladı. Bilim adamıinsanların zamanın üçte birini hayal kurarak geçirdiğini belirterek bilimin hayatın bu büyük bölümünü gözardı ettiğine dikkati çekti. Araştırma Amerikan "Proceedings of the National Academy of Sciences" dergisinde yayımlandı.

Alıntıdır.

Harikadan Başka Kelime Bulamadım


Sizlere bir görsel şölen sunacağım. Buyurun iyi  şaşırmalar... :)



Güzellik Havuzu (Yellowstone Milli Parkı ABD) Güzellik havuzuna yakından bakış… Bu gölcük Kromatik Kaynak adı verilen yakınlardaki bir başka gölcüğe bağlı. Su birikintilerinin birinin seviyesi yükseldiğinde diğerininki düşüyor.




Dalga (Utah ABD) Bazıları kurgu filmlerindeki bilinmeyen gezegenleri andıran bu bölgelerin tamamı doğal oluşumlar. Ancak kimilerinin nasıl oluştuğunu açıklama konusunda bilim insanları bile kifayetsiz kalıyor... Jurassic döneminde yani yaklaşık 190 milyon yıl önce oluşan bu bölge Navajo kumtaşıyla kaplı. Kayaçların aşınmasıyla dalgalı bir görünüm ortaya çıkmış.




Kayan Taşlar (Ölüm Vadisi California ABD) Her birinin ağırlığı 300 kilogramdan fazla olan bu taşların tamamen eğimsiz bu arazide nasıl kayabildiğini bilim insanları henüz açıklayabilmiş değil.



Tuhaf Tepeler (Nambung Milli Parkı Batı Avustralya) Doğal kireçtaşından oluşan bu yapıların bazılarının yüksekliği 5 metreyi buluyor. Bu tepeler 25 bin ila 30 bin yıl önce denizin çekilip geriye deniz kabuklarını bırakması sonucu oluşmuş.



Balls Piramidi (Lord Howe Adası Yeni Güney Galler Avustralya) Dünyanın en yüksek deniz tepesi olan 562 metrelik bu piramit tamamen doğal yollardan oluşmuş. Zaman rüzgar ve su…



Hiller Gölü (Batı Avustralya) Bilim insanları gölün rengini açıklamayı başaramıyor ancak pembeliğin alglerden kaynaklanmadığı kanıtlandı.



Büyük Mavi Delik (Belize) Deniz altındaki bu çöküntünün çapı 300 metrederinliği ise 125 metre. Çöküntü deniz seviyelerinin çok daha düşük olduğu kuvaterner buzul çağının çeşitli aşamalarında meydana gelmiş.



Tsingy (Ankarana Milli Parkı Kuzey Madagaskar) Bir dizi halı kalkeri tepesi


Şampanya Havuzu (Waiotapu Jeotermal Alanı Yeni Zelanda) Bu renkli sıcak su kaynağının yüzey sıcaklığı 74 santigrat derece. Baloncuklar ise sudaki karbondioksitin yüzeye çıkmasından kaynaklanıyor.



Tufa Tepeleri (Mono Gölü Sierra Nevada ABD) Mono Gölü bir kapalı havza yani su girebiliyor ancak çıkamıyor. Suyun buradan çıkmasının tek yolu kaynaması.



Bryce Amfitiyatrosu (Bryce Kanyonu Milli Parkı Utah ABD) Kalker kayalarından oluşan tuhaf tepeler ve aşınan kısımlar inanılmaz bir görüntü oluşturuyor.



Puente del Inca (Arjantin) Doğal kaya köprü parlak turuncu ve sarı bakterilerle kaplı. Bu bakterilerin oluşma nedeni ise kaya duvarları kaplayan doğal kükürt kaynakları



Yağmur Ormanı Çöküğü (Kaua-Sarisarinama Milli Parkı Venezüella) Çökükler yer yüzeyindeki çukurların doğal yollardan daha da çökmesiyle meydana geliyor.

Kaynak İçin Tık Tık

Çay







Çay denilince daha içmeden bir sıcaklık gelir içime. Bu sıcaklığı ne kahvede bulabiliyor insan ne de başka bir içecekte. İkindi vaktinin insana verdiği huzur verici zamanlarında babamın yaktığı sigara eşliğinde içtiğim çayları hiçbir içeceğe değişmem. Normalda nefret ettiğim bir şeyin dumanının kokusunu çay sevdirdi bana. Ne zaman sigara kokusu duysam o günleri hatırlarım.

Bazı insanlarda, çay gibi adı anılınca sıcaklık verir insana. Belki çok uzaklarda ama olsun onun adı , onun varlığı bile yeter insana. Hele bir de ikindi vakti gibi, baktıkça insana huzur veren yüzünü görsen, mis gibi kokan tavşan kanı çay içmiş gibi olursun. O yüzü biraz daha fazla görebilmek için yapılan fedekarlıklıklar ise çayın tadını daha fazla almak için şekeri bırakmak gibi sanki. Ağzımız şekersiz çaya alışması belki aylar sürer ama alıştıktan sonra bir daha şekerli çay içemezsin.Genelde de öyle değil midir hayatta? Ulaşmak istediğin şeyleri elde etmek için bir süreçten geçmek gerekir. Bu süreç hep acılı olur. Yahu bu çay sadece içecek değil galiba..

“Karıştır çayını zaman erisin köpük köpük, duman duman erisin.” Sen ne kadar karıştırırsan karıştır belki o zaman geçmeyecek. Ama olsun önemli olan  bardağın dibi çıkıncaya kadar karıştırmak.   
                                                                                                                             
                                                                                                                                       Sıddık

                            

Alıntıdır.

12 Şubat 2013 Salı

İstanbul Bu Kadar Çirkin Gösterilemezdi


 

  Bugün Taken 2 adlı filmi izledim.  Film İstanbul'da geçiyordu. İstanbul'u bir de Hollywood gözüyle görmek istedim. Hay izlemez olaydım! Film berbat! Kendimi buraya zor attım.  Bizim güzel şehrimiz, dünyada eşi benzeri bulunmayan İstanbul; bu kadar çirkin gösterilemezdi. 

  Film bildiğiniz aksiyon filmi. Vurdu, kırdı, gürültü, patırtı, silahlar vs. Aksiyonu sevenler bakabilir. Fakat baktıktan sonra benimle aynı fikirde olacağınıza eminim; çünkü bu aksiyon filmi diğerlerinden bir yönüyle  farklı. İstanbul'u tanıtmak için değil sanki  Türkiye'yi küçük düşürmek için yapılmış. Camilerimizin, hamamlarımızın, küçük pasajlarımızın reklamı fazlasıyla yapılmış. Bu çok güzel. Evet yönetmenin hakkını yememek gerek. Peki ya Murat ve Şahin markalı polis arabalarını kim açıklayacak? Yıkık dökük harabe evleri? Çarpık kentleşmeyi?  Kalabalık insan topluluğunda tek görünen çarşaflı - cübbeli insanları, dilencileri, ve seyyar satıcıları? Bu saydıklarım filmde sıkça görülmesinin amacı ne olabilir?  İnsanların görünmesine söz söyleyemem; halkımızla et-kemik gibiyiz. Tabi ki filmde görünmeleri de normal. Benim kızdığım nokta: Türkiye'yi bu saydıklarımızdan ibaret gösterip, 3. sınıf gelişmemiş ülke profili çizmeleri. Filme baktığımda Türkiye'yi değil İran'ın ya da Hindistan'ın dar sokaklarını gördüm. Bu dar sokaklar yıkık dökük evlerden ibaret. Peki ya İstanbul? Onu ne zaman göreceğiz? 

  Gelelim konusuna... Konusu:  Bir FBI ajanının çeteyi çökertmesi. Ajan ailesiyle İstanbul'a tatile gelmiştir; fakat çetenin onu takip etmesiyle şehrin sokaklarında bir kovalamaca başlar. Ne büyük kahramanlık gösterisi!  Oldum olası Amerikan yapımı aksiyon filmlerini sevmemişimdir; çünkü ülkelerini kahraman göstermekten başka yaptıkları yoktur. İnsanların beynini zımbırtılarla dolduruyorlar. Hepsi bu!

  Amerika'nın onca cana kıydığı, onca ülkeyi yıktığı, yaktığı, onca milleti sömürdüğü, kapitalizm ile insanların emeklerini çaldığı yetmiyormuş gibi bir de kendilerini yücelten "Biz kurtarıcıyız" imajı! Şimdi ben sinirlenmeyeyim de ne yapayım! Bu konuyla alakalı farklı bir yazı yazacağım. Emperyalizme burada dalarsam çıkamam. 

  Uzun lafın kısası dostlar! Biz biz olalım çok çalışalım! Ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine çıkaralım. Belki Amerika kadar ilerlememiz zor olur; ama coğrafi zenginliklerimiz ve genç nüfusumuz ile Türk parasını kıymetlendirebiliriz.Hatta o zaman geldiğinde;  kendi filmlerimiz ile Türkiye'nin reklamını daha güzel yaparız.

  Tek bir şeye ihtiyacımız var: çok çalışmak. M. Kemal.
  Sevgiler...


9 Şubat 2013 Cumartesi

Günün Sözü


İnsanoğlu Kuş Misali





   Yazdığım bu yazıyı; ailevi ilişkilerime söz söylenmesi ve anlatmak istediğim gerçeğin çarpıtılması sebebiyle sildim.
   İnsanlar yazıyı yazar; okuyanlar da ufkunun genişliği kadar anlar. Hatta bazen anlamak istedikleri gibi anlarlar.
Sevgiler...


Ayrılığın Hediyesi



  Uzun zaman önceydi. Kırgın ayrılmıştım birinin yanından. Tek ben mi kırılmıştım? Hayır. Kolum kanadım da kanlar içindeydi. Şu kırılmalar, bir ayrılığın hediyesi olsa gerek. İçimi yakan bu ayrılıkla yola koyulmuştum.

  Aşağıdaki upuzun yazıda sizlere ayrılıkların sebeplerinden ve onun yarattığı psikolojiden kurtulmanın yollarını anlatacağım.

  İnsan ilişkilerinde her şey dört dörtlük gitmez. Bu değişmez bir gerçektir. İnişler çıkışlar olur. Hatta daha kötüsü, ayrılıklar da olabilir. Her birliktelikte ayrılık olacak diye bir kaide yoktur tabiki. Kimi dostluklar ebediyyen sürer. Çocukken başlar, gençken devam eder, yaşlanınca son bulur. Keşke tüm ilişkilerimiz böyle olsa değil mi? Ama ne yazık ki öyle olmuyor. Fıtratları uymayan insanlar olabiliyor, uyum sağlayamadıkları için yolları ayrılıyor. Bir de toprak günü yaprak günü gerçeği var tabi. Birisinin toprak günü diğerinin yaprak gününe denk geliveriyor. Derken hır gür çıkıyor. Diyorum ki iki kişinin kaderinde ayrılık varsa muhakkak bir yerde ipler kopuyor. Zorlamak ise, sadece işin suyunu çıkartıyor. Ne içiniz alıyor o dostluğu (artık ona dostluk denirse) ne de yürütmek için takatiniz kalıyor.



  Geçen yıl bu zamanlarda bir dostumu kaybettim. Kaybettim derken vefat etmedi, yollarımız ayrıldı. Çok sevdiğim çok değer verdiğim bir insandı. Lakin kırılan kalbim fazla dayanmadı. Yürütemedik. Fazlasıyla yıpranmıştım. Bir gün onu karşıma alıp şöyle dedim: "Lütfen kendine çeki düzen ver! Beni yıpratıyorsun." Aman Allah'ım kız bastı ağlamayı. Ağladı sonra pılını pırtısını toplayıp gitti evimden. Neye uğradığımı şaşırdım. O güne kadar karşılıklı özveri ile dostluğumuzu ilerletiyorduk (!) ; fakat son zamanlarda hal ve hareketleri fazla agresif olmaya başlamıştı. Her geçen gün benim kalbimi kırıyordu. Sonrasında özür diledim; fakat karşılaştığım şey içler acısıydı. Bana saatler süren hakaret yağmuruna tuttu. Ben ağzımı açmadım (Allah biliyor) Şok olmuştum. Meğer içinde bana dair ne çok nefret varmış. Karakterimden tutun da alışkanlıklarıma kadar başıma kaktı. Araya yalan yanlış huylar sıkıştırıp olmayan şeylerle beni suçladı. Ben çok üzülmüş ve şok olmuştum.
   Arkadaşım ağır depresyon hapları kullanıyordu ve son zamanlarda haplarını yutmuyordu. Çok geçimsiz, yalnız ve aksi biri olduğunu bildiğim için de, dediklerini dikkate almadım. Biliyordum ki o hasta, kendinde değil. Derken aradan bir kaç ay geçti. Ben kendimi toparladım. Arkadaşım telefon etti. Gece uyuyamamış hep beni düşünmüş. Hala beni seviyor ve düşünüyormuş. Özür diledi, affettim. 2-3 ay daha geçti. Ara ara görüşen arkadaşlar olduk. Derken bir gün büyük bir şok daha yaşadım. Facebook adresimden ölüm tehtitleri alıyordum. Bunu yapan arkadaşımın kardeşiydi. Hemen engelleyip facebook adresimi sildim. Arkadaşımı arayıp durumu sordum. Bana iftira atmış. Okuduğu okulda bir takim naneler yemiş, ailesi ona kızmasın diye de tüm suçu bana atmış. Ailesi Kürt olduğu için töreye önem veriyorlar. Üniversite okuduğum şehre geldiler. Beni öldürmek için kapıya dayandılar. İftira dedim benim kabahatim yok dedim inanmadılar. Yaşadığım büyük bir şoktu. Neye uğradığımı şaşırdım. Geçirdiğim şoku hala atlatamadım. Benim kardeşim gibi gördüğüm bir insan bana neler yapmıştı. Tekrar özür diledi. bu sefer kabul etmedim. İhanetini unutmam dedim; ama hakkımı helal ettim. Yeter ki yolumdan çıksın diye. Derken bir dostluk böyle acı acı bitmişti.


 
  Sizlere yaşadığım hazin bir olayı özetle anlattım. Şimdi buradan yola çıkarak ayrılıklara ve dostluklara geleceğim. Canlarım! Bu arkadaşımın bana attığı kazıktan sonra fark ettim ki; Aslında en baştan beri biz hiç dost olmamışız. Çünkü dostluklar beraberinde fedakarlık gerektirir. Dürüstlük gerektirir. Sadakat, İnsanlık, sevgi, bağlılık, özveri vs. ... Bense o arkadaşımın benim için hiç fedakarlık yaptığını hatırlamıyorum. Meğerse ben, iyi niyeti kullanılmış bir yol arkadaşıymışım. İşini görmüşüm ve yolundan çekilmişim. Bir daha onu arayıp sormayayım diye de okkalı bir kazık yemişim. Meğerse bizimkisi dostluk değilmiş. O arkadaşım da benim hiç bir zaman dostum olmamış. Çünkü şunu bilir şunu söylerim: SADECE KENDİNİ DÜŞÜNEN İNSANLAR YALNIZLIĞA MAHKUMDUR. Bu tip insanların asla dostu olmaz. Benim gibi saflar da anca işi bitesiye kadar yanında bulunur.

  Bu konuda çok yaralıyım. O yüzden uzun bir yazı oldu kusura bakmayın. Ona söylemek istediğim ne çok söz vardı. Ama onun psikolojisinin bozuk olduğunu bildiğim için sustum. Yine bir insanlık yapıp kendi yoluma devam ettim. Allah onu ıslah etsin.

  Gelelim yazımın sonuç bölümüne: Başta da dediğim gibi bu yazı geçmişinde ayrılık yaşamış insanlara hitaben yazılmış bir yazı. Çünkü aynı acıyı yaşamış insanlar birbirini daha iyi anlarlar. Sizlere bu acıyı atlatmanız için bir kaç öneride bulunacağım:

*Ağlayın! İlikleriniz kuruyasıya kadar ağlayın; ki rahatlayın.
*Size değer veren insanlarla birlikte olun.
*Olanları unutmak için kendinize bir hobi edinin.
*Yeni insanlarla tanışın; ama fazla yakın arkadaş olmamaya bakın.
*Aradan 2-3 ay geçince ruhunuz dinlenmiş olacak; fakat nefretiniz hala içinizde duracak. Nefretinizi yok etmek için o kişiyi affedin.
*Kendinizi affedin. Hatalarınız olmasa bu deneyimleriniz olmazdı. Unutmayın! Kendi değerinizi keşfedin!
*"Ben olsam böyle yapmazdım." gibi cümleler kurmayın. Asla büyük konuşmayın!
*Her sabah kendinize ne kadar onurlu ve temiz bir insan olduğunuzu söyleyin.
*Yeni kıyafetler, makyajlar ve yeni saç modelleri ile kendinize bir imaj yaratın.
*Ve en önemlisi bol bol dua edin. Allah hiçbir acıyı kimsenin yanına koymaz. Her insan ölmeden önce ettiklerini bulur; ve Müttakim olan Allah size  bunu gösterir. O insanlarının düştüğü durumu görmeden ölmezsiniz. Bana güvenin ve sabredin.


Sevgili Blogdaşlarım! Gözyaşı ayrılığın hediyesidir. Unutmayın ki deneyimler de ayrılığın hediyesidir.

Allah'a Güvenin!
Sevgiyle kalın...

8 Şubat 2013 Cuma

Sudan'ın Gizemli Hastaları Türkiye'de




Kimse Yok Mu Derneği, Güney Sudan'da henüz teşhisi konulamayan bir hastalıkla mücadele eden iki çocuğu, tedavilerinin yapılması için Türkiye 'ye getirdi.

Yardım götürmek için Güney Sudan'a giden Kimse Yok Mu Derneği ekibi, 11 yaşındaki Maguret Frade ve 15 yaşındaki Kenaladu Aizek Lapa adlı Sudanlı iki hasta çocukla birlikte Türkiye'ye döndü.

THY'nin tarifeli uçağıyla 5 saatlik bir yolculuğun ardından Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali'ne gelen Kimse Yok Mu Derneği Yurtdışı Yardımlar Sorumlusu Orhan Erdoğan, Güney Sudan Merkezi Equatoria Eyaleti Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Felix Ladocohnson, hasta çocuklar Frade ve Lapa'yı dernek yetkilileri karşıladı.

Havalimanında açıklama yapan Orhan Erdoğan, Güney Sudan ziyaretleri esnasında Sudan Sağlık Bakanlığı yetkililerinden ülkede çok sayıda çocuğun teşhisi konulamayan bir hastalıkla mücadele ettiği bilgisini aldıklarını belirterek, bu hastalığa yakalanan çocukların günde 5-6 kez bayıldığını kaydetti.

Erdoğan, gerekli tedavilerinin yapılması amacıyla 11 ve 15 yaşlarındaki iki çocuğun Türkiye'ye getirildiğini aktararak, “Çocuklarla birlikte, yardımcı olması için iki Sudanlı ve Güney Sudan Merkezi Equatoria Eyaleti Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Felix Ladocohnson da Türkiye'ye geldi. İnşallah önümüzdeki birkaç hafta içerisinde tedavilerini tamamlayıp Sudan'a götüreceğiz. Çocuklar, yaşlarından küçük gösteriyorlar. Çocuklar yemeğe başladıktan kısa bir süre sonra derin bir uykuya dalıyor ve uzun süre uyuyorlar” diye konuştu.

Sudan'da bu hastalıkla mücadele eden şimdilik 2 bin 800 çocuğu tespit ettiklerini belirten Erdoğan, Sudanlı yetkililerin, bu sayının on binleri bulduğunu aktardığını kaydetti.

Güney Sudan Merkezi Equatoria Eyaleti Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Felix Ladocohnson ise 2 çocuğun 6 yıldan beri teşhisi konulamayan bu hastalıkla mücadele ettiğini vurgulayarak, “Çocuklar, yemek yerken bir anda uyuyakalabiliyorlar. Biz Türk doktorlarına ve Kimse Yok Mu Derneği'ne çok teşekkür ediyoruz. İnanıyoruz ki, Türk doktorlarının katkılarıyla bu çocuklar iyileşecek. Ülkemize geri döndüğümüzde diğer çocuklara da Türk doktorları, Kimse Yok Mu Derneği aracılığıyla yardımcı olacaklar. Mutlu günleri inşallah hep birlikte yaşayacağız” ifadelerini kullandı.

Sudan'dan gelen ekibin, tedavi süresince dernek misafirhanesinde konaklayacağı öğrenildi. (aa)

Kaynak Radikal Gazetesi

Çekilişte Çığır Açtılar



Kitap çekilişini gördüm kozmetik ürünlerini de gördüm de Kap ve Pırlanta Kolye çekilişine ağzım açık kaldı. Yok artık! Dedim. Buyrun Linkler. Onları istiyorum. :)

http://nursencehersey.blogspot.com/2013/02/vivit-onlinecom-dan-1-kisiye-kap-hediye.html

Bu da Altın Koyle Çekilişi


http://cosmo-trend.net/?p=1885


Kozmeik. :)


http://yuregiminiklimi.blogspot.com/2013/02/blogumun-dogum-gunu-dolayisiyla.html